Ürdün

Sonbahar

Üç günlük Ürdün seyahatime Dubai’den başladım. Bir Perşembe akşamı iş çıkışından sonra eve dönüp alelacele, büyük el çantamı hazırladım. Bir gözümle saate bakarak 22:10’daki uçağımı kaçırmamak için hızlı hareket etmem gerektiğini düşünüyordum. O arada, ki bunu ancak taksiye bindikten sonra farkedecektim, ilacımı, duş lifimi ve ceketimi almayı unutmuşum. Saat 19:15’te aşağıya indim. Seyahat etmeyeli ne kadar zaman geçmişse Perşembe akşamları özellikle 19’dan sonra Dubai’de trafiğin felç olduğunu ve taksi bulmanın neredeyse imkansız olduğunu aşağıda bir beş-on dakika taksi sırası bekleyince hatırladım.  Neyse ki başka bir yolcuyu indiren bir taksi durdu ve hemen atladım. Allahtan şoför yolu bilen, becerikli birisi çıktı: Trafiğin tıkalı olduğu Sheikh Zayed Road yerine Al-Khail Road’u kullanarak, yine de bir saatlik bir seyahatin ardından, 20:20’de Dubai Havaalanı Terminal 3’e vardık.

Check-in’i sadece el bagajım olduğu için hızlıca geçtim ve pasaporttan sonra Emirates Lounge’una girerek uçağın kalkış saatini beklemeye başladım. Çıkışta eczaneye gidip evde unuttuklarımı almayı düşünürken çok az zamanımın kaldığını ve kapıya gitmem gerektiğini görerek hızla biniş kapısına yöneldim. Geçişte sürpriz bir şekilde Business Class’a upgrade edildiğimi söyledi kapıdaki görevli. Tabi ki de sevindim…  Ne de olsa 3 saatlik bir yolculuğu rahat bir koltukta yatarak, uyuyarak, güzel yemekler yiyerek geçirmek tatile iyi bir başlangıç olacaktı.

Amman

Amman havaalanına 00:10’da indik. Pasaport işlemlerinin çabucak bitmesinin ardından (Ürdün T.C. vatandaşlarını vizeden muaf tutuyor) geliş binası dışındaki taksi sırasını buldum ve beklemeye başladım. Beklediğimden daha iyi bir organizasyonla karşılaştım: itiş kakış yok, sıra kavgası yok, yolcuları yönlendiren görevliler var. Kısa bir beklemenin ardından sıra bana geldiğinde oradaki görevli kişi nereye gideceğimi sordu, Toledo Otel dedim. 18 Dinarlık bir fiş kesti, ücreti inişte şoföre ödenmek üzere. Yaklaşık kırkbeş dakikalık bir yolculuğun ardından otele vardım. Resepsiyonda check-in yaparak odama çıktım. İlk izlenimim insanların sakin, sıcakkanlı ve mütevazı oldukları yönünde oldu.

Ertesi sabah 9 gibi uyandım ve aşağıya indim. Arap-Ortadoğu mezelerinden oluşan güzel, kuvvetli bir kahvaltının ardından tekrar odama çıktım. Dijital kasayı açıp içine pasaport, cüzdan, laptop gibi değerli eşyalarımı koymak istedim ama olmadı, ne kadar denediysem çalışmadı. Görevliler gelip baktılar, pilini değiştirdiler, defalarca denediler olmadı. En sonunda vazgeçtiler ve istersem respsiyondaki emanet kasasına değerli eşyalarımı bırakabileceğimi söylediler. Gerek görmedim, eşyalarımı odadaki kasanın içine yerleştirdim, kapısını hafif açık vaziyette bırakıp döndüm, pencereden biraz dışarı baktım. Hava açık, 30 derece civarında idi ve güzel bir gün olacağa benziyordu. Televizyon’u açtım. CNN’de İsrail eski Cumhurbaşkanı Şimon Perez’in cenaze törenini Kudüs’ten naklen veriyordu. İbranice dualar eşliğinde cenaze alana getirilirken ben de yaklaşan Cuma namazı saatini düşündüm. Bir beş dakika sonra da giyinip çıktım ve otele 10 dakika mesafedeki mavi kubbeli Kral Abdullah Camii’ne giderek vaazı dinlemeye başladım. Cami oldukça büyük, bakımlı bir yerdi. Türkiye’den görmeye alışık olduğumuz mikrofon başında diz çökmüş olarak Kur’an-ı Kerim okuyan bir vaiz vardı. Hemen dikkatimi çeken şey Körfez ülkelerinden görmeye alışık olmadığımız şekilde vaizin ceketli-kravatlı olmasıydı. Görme engelli olduğu için siyah bir gözlük takmış, Kur’an’ı ezberden okuyordu. Öğlen ezanından sonra yine bizim Türkiye’den görmeye alışık olduğumuz siyah cübbeli, kırmızı fes üzerine beyaz sarıklı imam minbere çıkarak Cuma hutbesini okudu. Uzun bir vaaz idi, 30-35  dakika kadar sürdü. Ardından Cuma namazı kılındı.

Herkes dağıldıktan sonar saat 2’yi bulduğu için acıkmıştım. Otelin tavsiye ettiği, TripAdvisor’dan da teyit ettiğim Tawaheen Al Hawa isimli bir lokal restorana gittim. Halep kebabı, muammara ve diğer enfes Suriye-Ürdün mezelerinden oluşan bir yemeğin üzerine Türk kahvesi ve lokal tatlılardan aldım. Mekan güzel, nezih ve pahalı değildi. Bütün bu yemekler su ile beraber 22 Dinar (92 TL) tuttu. Garsonlar gayet profesyonel, hizmet kalitesi iyiydi. Cuma tatil günü olduğu için özellikle Arap ailelerin gittikleri bir mekandı. Turistlerin de uğrak yeri…

Çıkışta tesadüf eseri kapının önünde bulunan taksiye binerek Amman Kalesi’nin olduğu eski şehrin merkezine doğru yol aldım. Tepelik bir yerde bulunan kalede Romalılar döneminde inşa edilen Herkül Tapınağı’nın bugün sadece iki sütünü ayakta kalabilmiş. Depremler, savaşlar nedeniyle harap olmuş yapıların arasında Bizans dönemine ait bir kilise, Emevi saray kompleksi ve camisini sayabiliriz. Ürdün Arkeoloji Müzesi de görülmeye değer bir yer. Roma döneminden kalma cam kap, bardak ve vazolar, insan iskeletleri ve silahlar en çok ilgimi çeken objelerdi. Kale içi genel olarak temiz ve bakımlı. Yiyecek-içecek, tuvalet ihtiyacı gibi şeyler için de girişte ayrılmış yerler mevcut.

Kaleden çıkışta 5 Dinar’a bir taksi ile anlaşıp şehrin aşağı kısmında kalan Roma amfitiyatrosuna indim. Oldukça sağlam bir şekilde ayakta kalmış olan yapı kompleksinin içinde Ürdün Folklor Müzesi de bulunuyor. Osmanlı döneminden kalma günlük yaşama dair giysi, alet-edevat, sokak dokusu ve ev-aile işleri ile ilgili temsili sahneleri görmek de gerçekten ilginçti. Çıkışta yolda taksi bekliyorum ama bulamıyorum. Telefonumun haritasından gitmek istediğim Rainbow (Gökkuşağı) sokağının çok da uzak olmadığını görüp yürümeye karar veriyorum. Bu sokak kafeleri, sanat galerileri, gençlerin eğlendiği barları ile meşhur, renkli bir yer. Sokağa varmak için yokuş çıkmak ve ara sokaklardan geçmek gerekti. Kral Hüseyin Camii ve etrafındaki caddelerde bulunan her türlü giyecek, yiyecek, hediyelik eşya satan esnaf bir Ortadoğu ülkesinin tipik sokak hayatını özetliyordu sanki. Rainbow sokağında bir kafede yorgunluğumu atıp su içtim. Kafede ilginç kitapların da olduğu bir bölümün olması ortama değişik bir hava katıyordu. Dışarıdaki masalarda oturanlardan, gelen geçen insanlardan buranın orta-üst gelir grubuna mensup kişilerin devam ettiği bir mekan olduğu izlenimini edindim.

Kafeden ayrıldıktan sonra yaklaşık 2-2.5km uzunluğundaki sokağın sonunda bulunan meydanda bir taksiye binerek alışveriş yapılacak dükkanlar ve kafelerin olduğu Wakalat caddesine gittim. Galleria alışveriş merkezinde dolaştım ve Dubai’de unuttuğum ilaç ve duş lifini buradan satın aldım. Burası da modern bir muhit, etrafta çok sayıda uluslararası markayı görebilmek mümkün. Oradan çıkışta otele dönüp hazırlanıyorum ve akşam yemeği için Abu Jbara isimli bir restorana gidiyorum taksiyle. Ortadoğu’ya özgü meşhur “felafel” ve nohut mezeleri yapan bu yerde halktan da birçok kişiyi görüyorum. Açık/kapalı, kalabalık olarak ya da ailece gelen bir çok insan görüyorum içerde. Ağırlık başı kapalı olan hanımlarda. Amman modern, güvenli ve sakin bir şehir ama doğulu karakterini de çok güçlü bir biçimde muhafaza ediyor, Arap kültürü heryerde kendini gösteriyor.

Restorandan çıkışta biraz ilerideki tatlıcıyı gözüme kestiriyorum. Malum tatlıları Türkiye’de de çok sever ve yerim, burada da kaçırmıyorum. Enfes bir tabak künefeyi, belki de şu ana kadar yediğim en hafif, tabir caizse ağızda dağılan bu tatlıyı afiyetle yedim. Fiyatı 1.5 Dinar (6.5 TL). Sonrasında kahvelerin olduğu Abdoun mahallesine bir uğrayıp taksiyle saat 22:30 civarında otelime geldim. Erken bir saatte döndüm, nitekim ertesi gün sabah 6’da otelden çıkış yapıp Petra’ya doğru yol almak üzere otobüs terminaline gitmem gerekiyordu…

Sabahleyin 4:45’te ezan sesiyle uyandım. Kalkıp hazırlandıktan sonra 5:30 gibi aşağıya indim, resepsiyondan check-out yapıp yeni hazırlanmış kahvaltıya oturdum. 15 dakika gibi kısa bir sürede bitirip önceden çağrılmış olan taksinin kapıya geldiği haber verilince otelden ayrıldım. Petra otobüslerinin kalktığı JETT terminaline geldim ve içeride bekleyen insan kalabalığını görünce girip bilet anlamak üzere ben de sıra numarası alıp beklemeye başladım. Sıra bana geldiğinde biletçi otobüste önceden yapılmış rezervasyonum olmadığı için beklemede kalmamı söyledi ve pasaportumu alarak benim gibi diğer yolculara ait olan altı-yedi pasaportun arasına koydu. Eğer otobüste yer olmazsa nasıl Petra’ya gidebileceğimi düşünürken otobüs terminalin önüne yanaştı. Bir on dakika içinde otobüse binen yolcuların dışında benimle birlikte az kişiden oluşan bir grup kaldı salonda. Boş yer kalmış olmalı ki biletçi herkesi sırayla çağırıp pasaportunu vererek numaralı birer bilet kesti. Yer bulmuş olmanın sevinciyle otobüse yöneldim ve çantamı bagaja koyarak içeri girdim, 36 no’lu koltuğuma oturdum. Otobüs 6:30’da hareket etti, bir terminalde daha durarak yolcu aldı ve Çöl Otoyolu’nu takip ederek Petra’ya doğru yola koyuldu.

Petra

Yolda yanıma telefon ve kulaklığımı almıştım, ayrıca boynuma destek olmak üzere bir de yastık bulunduruyordum. 3 saat süren yolculukla müzik dinledim, etrafı seyrettim, yer yer radyoyu açarak yayınları dinlemeye çalıştım. Mesafe olarak yakın olması dolayısıyla İsrail FM radyoları da rahatlıkla dinlenebiliyordu. 15 dakikalık bir mola için hediyelik eşya satan, büfesi de olan bir yerde durduk. Turistlere yönelik hazırlanmış bu moladan istifade biraz çıkıp hava aldım. Yola tekrar çıktığımızda saat sabah 8 idi.

Ürdün genel olarak çorak bir ülke. Şehir merkezleri hariç, bitki örtüsü hemen hemen hiç yok, ya da çok zayıf. Toprak susuz, etrafta toz bulutları görmek mümkün. Yine de örneğin Mısır’a kıyasla daha temiz ve düzenli. İnsanları da daha mülayim; hırslı ve agresif değiller. Sizden sürekli birşeyler koparmaya ya da kazıklamaya çalışmıyorlar. Yanınıza yapışıp birşeyler dilenmiyorlar. Yardımcı oluyorlar, düzgün konuşuyorlar. Beni en çok rahatlatan şeylerden biri de ülkenin bu sakin havası oldu.

Saat 10’da Petra otobüs terminaline vardık. Arkasında, Petra sit alanının hemen girişinde yer alan Petra Guest House Otel’de rezervasyon yaptırmıştım. Gittim, check-in yaptım, çantamı alıp yukarı çıktım. Bu arada da otelin Crowne Plaza tarafından işletildiğini öğrendim. Çıkmadan önce görevli Petra hakkında bilgiler verdi, haritada görülmesi gereken yerleri gösterdi. Yürüyüşün 5km kadar olduğunu ve sağlam ayakkabılarla gitmemin daha doğru olacağını söyledi. Odaya eşyalarımı yerleştirdikten sonra şort, t-shirt ve sandaletlerim ile aşağı indim. Yakındaki tek ATM olan Mövenpick otelindekine gidip para çekmek istedim ama makina arızalı olduğu için mümkün olmadı.

Wadi Musa (Musa Vadisi) olarak bilinen bu yerleşkenin adı rivayete göre İsrailoğulları’nın Mısır’dan Kenan diyarına gelişi sırasında Hz. Musa’yla buradan geçmiş olmasından geliyor. Petra turizm merkezi iyi organize olmuş, girişi ve çıkışı belli, düzgün işletildiği belli olan biryer. Yanımdaki tek nakit olan 50 Dinar giriş bileti için tamı tamına denk geldi ve kapıdan geçip Petra’ya doğru yola çıktım. Etrafta at arabaları, turistleri gezdirmek için bekletilen atlar ve katırlar gördüm. Yol taşlık ve yürümek zor olsa da ata binmem için yapılan teklifleri geri çevirerek devam ettim. Fakat daha yarı yola gelmeden otel görevlisinin tavsiyesine uymayarak sandalet giymemin bir hata olduğunu anlamakta gecikmedim. Sol sandaletimin bağı koptu ve o şekilde geri dönmem hem zaman hem yol olarak mümkün olmadığı için ileriye yürümeye devam ettim. Bir-iki defa sandalet ipini yerine geçirip yürümeye koyulsam da tekrar çözülmesi bir on dakikayı bile bulmadı. Bu arada muhteşem geçitleri, kayalara oyulmuş tapınak figürlerini seyrederek yürüyüşüme zor da olsa devam ettim.

Petra’nun en ünlü objesi olan, ismi Indiana Jones 3 filmi’yle dünyaya yayılan “Treasury” (Hazine) adlı Kaya’ya oyulmuş devasa yapının önünden geçerken etrafta kalabalık, yere çökmüş develer ve kafe, hediyelik eşya mağazası gibi yerler gözüme çarptı. Burası Petra’nın kalbi adeta. Yoluma devam ettikten bir on dakika sonra iki katırı ile gelen yerli bir Arap Bedevi ücret karşılığında binmek isteyip istemediğimi sordu. Önce reddettim ama o şekilde yürümek zor olacağı için pazarlık yaparak gidiş dönüş 30 Dinar’a anlaştım, üstelik yanımda nakit olmadığı için yukarı çıktığımızda kredi kartı ile ödemek şartıyla. Bindikten sonra bir 10-15 dakika gidince, Roma sokağını (Kolonlu Sokak) ve Amfitiyatroyu geçip yokuş yukarı merdivenlerden çıkmaya başlayınca katıra binerek ne kadar doğru bir iş yapmış olduğumu anladım… Yüzlerce metre çıkan o dik merdivenler, keskin dönemeçler, sarp ve dar yolların arasından yürüyerek saatlerce hele de o sandaletlerle çıkmak bir çılgınlık olabilirdi. Saatlerce o sıcakta yapılacak böyle bir yürüyüşün ardından bir de dönüş yolunu çekmek, benim gibi nispeten hazırlıksız gitmiş biri için bir kabus olurdu. Yolda en dik yokuşlara geldiğimizde katır değiştirdik ve daha güçlü olan hayvana ben bindim. Bu yolculuk toplam bir saat kadar sürdü. Yolun sonundaki Al-Deir manastırına gelmeden bir kaç yüz metre önce katırcı durdu, indik ve katırları bağladı. Burasının son durak olduğunu söyledi, kardeşi olan diğer Bedevi geldi ve hediyelik eşya satış çadırından bir kredi kartı makinesi getirerek ücreti aldı.

Yolun geri kalanını yürüyerek beş dakikada katettim, fotoğraf çekip geri döndüm. Bedevi’nin çadırından 15 Dinar’a hatıra olarak bir peştemal aldım. Verdikleri çayı geri çevirdim, nasıl ve nerede yapıldığından emin olamadığım için. Tekrar katırlara binerek yokuş aşağı yola koyulduk. Bedevi’nin bir arkadaşı ve kendisi iki kişi bir katıra, ben diğer katıra bindik. İniş çıkıştan çok daha kolay oldu. Yolun yarısında Bedevi yandan kestirme yola saparak Petra’dan çıktı. Hatta alfalt yola girdi, bir ara çok hızlandık ve katırlar adeta koşaradım ilerlediler. Parkın çıkışına gelince geride kalan muhteşem manzaranın fotoğraflarını çektim. En uzakta görünen tepede Hz. Musa’nın kardeşi Harun’un mezarı olduğunu ve oraya da atlar ve develerle günübirlik turlar düzenlediklerini söyledi Bedevi. Bir arkadaşı cipi ile arka yoldan beni ve diğer arkadaşını Petra otobüs terminalinin önünde bıraktı. Bütün gün hiçbirşey yememiş ve içmemiştim. Hemen otele giderek bir duş aldım (giysilerim katır, toprak ve kumdan kirlenmişti) ve aşağı lobiye inerek ikibin yıllık bir mağaradan kafeye dönüştürülmüş olan “Cave”‘e girdim ve yemek, bir litre de soda ısmarladım. Yemeklerin gelmesi uzun sürdüğü için açlığım daha da arttı ama buna değdi. Mezeler ve felafelli sandviçten oluşan öğle yemeğimle orada güzelce karnımı doyurdum.

Ertesi gün için havaalanına gidiş planı yapmam gerekiyordu. Bir de daha güneyde, Kızıldeniz liman şehri Aqaba’ya (Akabe) 40km mesafede Wadi Rum adıyla bilinen, kızıl kumu ve tepeleriyle ünlü yere gitme fikri de vardı aklımda. Otel resepsiyonuyla konuştum ilk önce. Wadi Rum’da ciple çöl safarisi yapıldığını, toplam ücretin 220 Dinar olduğunu söylediler. Çok pahalı geldiği için safari yapmak istemediğimi, sadece etrafı görüp fotoğraf çekeceğimi, ordan da direkt Amman havaalanına gitmek istediğimi söyledim. Fiyatı 170 Dinar’a, biraz daha pazarlıkla 160’a indirdiler. Ürdün’de genel olarak Türk olduğumu söylediğimde ekstra bir ilgiyle karşılaştım. Arapça’yı da az da olsa konuşabilmem ilgilerini daha da arttırdı. 160 Dinar’lık fiyat da bana yüksek geldiği için teşekkür edip ayrıldım. Nakit para çekmek için Petra merkeze gitmem gerekti ve otelin hemen dışında bekleyen taksi durağına giderek durumu anlattım. Bildikleri bir ATM’ye götürmelerini istedim. Şoför kısa mesafe için bile 15 Dinar ücret talep etti, pazarlık da sonuç vermedi. Atladım, şehre gittik. Türk olduğumu öğrenince beni İngiliz zannettiğinden 15 Dinar ücret istediğini yoksa daha az talep edeceğini söyledi. Yarınki planımı sordu, ben de Wadi Rum ve havaalanına gidiş için fiyat istedim. Önce 120 Dinar dedi, sonra pazarlıkla 100’de karar kıldı. Böylece oteldekinden 60 Dinar daha ucuza anlaşmış oldum. Ertesi gün sabah 8’de otelin önünde buluşmak üzere ayrıldık.

Akşam otelden dışarı çıkmadım, hem karanlıkta şehir içinde görülecek birşey olmadığı hem de gündüzki aktiviteden ötürü yorgun olduğum için. Yemeği otelin içindeki büfe restoranda yedim. Ne kadar rejimde olsam da tatlı olarak servis edilen Umm Ali’nin tadına bakmadan edemedim, müthiş idi. Gece kah aşağıdaki açık hava kafesi Cave’de oturarak, kah odamın balkonuna çıkarak seyahat notlarımı toparladım. Biraz televizyona baktım. Ağırlıklı olarak Arapça yayın yapan kanallar vardı, herhangi bir Türk kanalı yoktu. CNN’ı ve BBC World’ü biraz seyrettim. 11 gibi ertesi sabah 6’da uyanmak üzere yattım.

Wadi Rum

Sabah uyanıp hazırlandım, balkona çıkıp biraz hava aldım. Güzel ve serindi. 7:20’de aşağıya inip kahvaltımı ettim. Check-out yaptıktan sonra tam 8’de gelen taksiciyle kapının önünde buluştum. Daha yeni görünümlü bir araba ve başka bir şoför de vardı yanında. Taksici orada kaldı, tur şoför arkadaşı ve ben yola koyulduk. Yaklaşık bir buçuk saatlik bir yolun ardından Wadi Rum’a vardık. Burası kızıl kumu ve kayalarından ötürü genelde Mars gezegeni temalı filmlerin çekildiği bir mekanmış. En son Matt Daemon’ın oynadığı “Martian” (Marslı) filminin geçtiği yer imiş, hatta Matt Daemon internette okuduğum bir röportaja göre burayı çok beğenmiş, “dünyada başka hiçbir yere benzemiyor” demiş. Çöl Otoyolu’ndan içeri saparak Wadi Rum’da fotoğraf çekeceğim yerlere gittik. 60 Dinar daha verme karşılığında ciple safari yapabileceğimi söyledi şoför ama gerek görmediğim için reddettim. Yol üzerinde çeşitli noktalarda durdurarak fotoğraf çektim. Saat 10 gibi de oradan ayrıldık.

Dönüş yolu üç buçuk – dört saate yakın sürdü. Tüm yolculuk beklediğimden daha kısa sürede gittiği için havaalanına erken vardık. 17:15’deki uçağım için iki saat önceden yani 15:15’de orada olmam gerekirken, 13’de havaalanının içindeydim. Emirates Havayolları’nın bankosu henüz açılmamış olduğu için bekleme salonunda oturdum. 15’de check-in yapıp pasaporttan geçtim ve Duty Free kısmındaki Starbucks’a girdim. Notlarımı yazdığım iPad’imin pili bitmek üzere olduğu için elektrik prizi olan Starbucks Coffee gözüme en uygun yer olarak göründü. Kahve ve su içerek vakit geçirdim, uçağın kalkış saati yaklaşınca da biniş kapısına doğru gittim. O arada duty free’den Ürdün temalı bir mıknatıs satın aldım (artık alışkanlık haline gelmişti gittiğim yerlerden magnet almak) ve kalabalık biniş salonuna geldim. Uçak normal saatinde havalandı, sorunsuz bir uçuşun ardından 21:15’te Dubai Havalimanı’na iniş yaptık. Sadece el bagajım olduğu için gümrükten hızlıca geçip eve gitmek üzere taksiye bindim. Saat 22:30’da eve vardım ve bir seyahati daha bu şekilde sağ-salim tamamlamış oldum.

Ürdün” için 5 yorum

  1. Süha Bey, ellerinize sağlık. Ayrıntılı anlatımınız sayesinde Ürdün’ ü bilfiil gezmiş gibi olduk. Gittiğimiz taktirde yabancılık çekmeyeceğiz.

    Diğer yolculuklarınıza ait notlarınızı kısa süre içinde okumak ümidiyle, yazılarınızda kolaylıklar ve blogunuzda başarılar dilerim.

    Liked by 1 kişi

    1. Çok teşekkürler değerli yorumlarınız için, blogumu takip ettiğinizi için. Sağlıcakla kalın!

      Beğen

  2. Sühacım bir solukta okudum gitmiş kadar oldum fiyatlar ve detayların müthiş diğer seyahat yazılarını sabırsızlıkla bekliyorum harika olmuş…:)

    Liked by 1 kişi

  3. uzun zamandir okudugum en iyi seyehat yazilarindan biriydi, e yer de guzel olunca bir cirpida okudum. Baska yazilari da gormek dilegiyle…

    Liked by 1 kişi

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi:
search previous next tag category expand menu location phone mail time cart zoom edit close