Sonbahar
Bahreyn
Basra Körfezi’ne sahildar olan ülkeleri 2011 yılında Dubai’ye taşındıktan sonar gerek iş gerekse Türkiye’ye gidişlerimde durak noktası olarak görme fırsatını buldum. Bahreyn, bunların arasında en son ziyaret ettiğim yer oldu. Körfez’in coğrafi olarak Kuzey-Güney ekseninde ortasına yakın, çok stratejik bir konumda olan bu küçük ada ülkesi, bölgede petrolün keşfedildiği 1960lı yıllardan itibaren hızla gelişmiş, zenginleşmiş ve dışa açılmış bir yer.
Uzun zamandır görmek istediğim, aklımın bir köşesine not ettiğim Bahreyn’e gitmek üzere 1 Kasım günü gidiş-dönüş uçak bileti aldım ve otel rezervasyonumu yaptırdım. 3 Kasım akşamı Dubai’den iş çıkışı eve gelip el çantamı hazırladım. Uçağım 21:15’teydi ve hızlı hareket etmezsem uçağa geç kalacaktım. Evden çıkıp aşağıya indiğimde saat 18:15’ti ve trafiğin yine bir Perşembe akşamı en yoğun olduğu, arabaların karınca adımıyla ilerlediği bir saatti. Saat 18:30 gibi taksiden ümidimi kesip metroya doğru yürümeye başlamıştım ki (metro yolculuğu da en az bir saat sürecekti) boş geçen havaalanı taksilerinden biri trafikte yavaşlayınca hemen atladım. Taksici arka yolları, ara sokakları iyi bildiği için yine de bir saat on beş dakika gibi bir süre içinde beni havalanına yetiştirdi. Ücretin üstünden kalan bahşişi pek beğenmedi, “normalde buraya iki saatte gelirdik” diyerek daha fazla talep etti, verdiğim 2-3 Dirhem ekstrayı da kabul etmedi ve söylenerek yoluna devam etti, ben de havalimanı terminaline doğru yöneldim…
Check-in’den ve pasaporttan geçtikten sonra, Emirates Havayolları’nın lounge’una geçtim. Yemeğin ardından birkaç e-mail gönderdim ve biniş saatiyle birlikte uçağa girdim. Uçak tenhaydı, dolayısıyla business class’a yükseltme yapılmadı. Yaklaşık 50 dakikalık bir yolculuğun ardından 21:30’da Bahreyn havaalanına iniş yaptık. Buraya daha önce Gulf Air’la Bahreyn aktarmalı Larnaka’ya (Güney Kıbrıs) gideceğim zaman transit geçiş yapmak için uğramıştım. Pasaport kontrole geldiğimde uzun bir kuyruk olduğunu farkettim. Bir süre benim bulunduğum sıra ilerlemeyince yanda yeni açılan sıranın başındakilerden izin isteyerek öne geçtim. 25 Dinar (205 TL) vize ücretini kapıda ödeyip geçtim, el çantamla çıkış kapısından taksi durağına doğru yöneldim.
Dubai ve Katar’dan görmeye alışık olduğumun aksine Bahreyn’de taksi şoförleri oranın kendi yerli halkında insanlardı. Kandura, kefiye ve agelli geleneksel kıyafetini giymiş Arap şoför eski model Amerikan arabasına bindi ve taksimetreyi açtı, hareket ettik. Bahreyn’in başkenti Manama’nın biraz dışında kalan Juffair bölgesindeki Best Western oteline olan yolculuk yarım saate yakın sürdü, ücreti 7 Dinar (57 TL) tuttu. Otelde iki geceliğine yatak + kahvaltı kalış için toplam 82 Dinar (680 TL) ödedim, saat 22:30 gibi check-in yaptıktan sonra odaya çıkıp eşyalarımı yerleştirdim. Biraz e-maillerime ve televizyona baktım. Herhangi bir Türk kanalı yoktu, ağırlık haber, dizi ve belgesel yayını yapan Arap kanallarındaydı.
Bir yarım saat sonra giyindim etrafta ne var ne yok bakmak için dışarı çıktım. Juffair bölgesi binaların sık olduğu, altyapının henüz tam oturmadığı bir muhit. Bitmemiş yollar, kum adacıkları, binalar, kaldırımsız dar sokaklar ve yol üstüne park etmiş arabalarla dolu bir yer. Bolca otel, kulüp, bar ve restoran gibi turistlere ve “expat” adı verilen yabancı çalışanlara yönelik olan yerler var. Bunlardan biri olan Juffair Grand Otel’de Amerikalıların uğrak yeri olan Wrangler Bar’a gittim. Amerikalılar diyorum zira Juffair’ in hemen yanıbaşında ABD’nin Basra Körfezi’deki ana askeri üssü olan 5. Filo ve Deniz Kuvvetleri Merkez Bölge Komutanlığı bulunuyor. Irak, Suriye ve Arap yarımadasının güneyindeki deniz-hava destekli bütün Amerikan askeri operasyonları buradan sevk ve idare ediliyor. Barın giriş kapısında yoğunluk vardı, kapıdaki güvenlik görevlileri sürgüyü tutup sadece istedikleri kişileri içeri alıyorlardı. Bir on dakika içinde içeriden çok sayıda sivil kıyafetli Amerikan askeri çıktı, hepsi haftasonu için eğlenmeye gelmişlerdi. Zenci olanlarının çoğunun başında NBA’de tuttukları takımların şapkaları, boyunlarında altın kolyeler vardı. Bir ara kalabalığı yararak geçmek isteyen iki asker farkedildi, bunlar sarhoş olup bayılan bir zenci askeri kollarına almış sürükleyerek dışarı taşıyorlardı. Dışarıdaki kalabalık da oldukça artmış, çıkanlarla birleşip sokak ortasında şarkılar söyleyip dağıtmaya başlamışlardı. O arada fırsattan istifade öne kadar ilerledim ve güvenlik görevlisinin izniyle içeri girdim. Giriş ücreti 5 Dinar’dı (40 TL).
İçeride DJ’in yaptığı müzik ve aşırı kalabalık olmayan normal bir ortam vardı. Ağırlığı Asyalı olmak üzere her yerden insanlar görmek mümkündü. Birşeyler içip birkaç kişiyle sohbet ettikten sonra saat 1 gibi çıkarak otelime geri döndüm. Taksici o kısa mesafe için bile, ki 5 dakika ya sürdü ya sürmedi, 3 Dinar (24 TL) ücret aldı. Bahreyn’de en çok dikkat edilmesi gereken şeylerden birisi taksicilerin bu fahiş fiyat uygulaması, hele de turist olduğunuzu anlarlarsa yüksek fiyata biçiyorlar.
Sabah 7:30’da kalkıp duş aldım, hazırlanıp aşağıya indim. Kahvaltı “continental” tarzıydı, sade ama iyiydi. Sonra yukarı çıkıp Kuzey Kıbrıs’tan bir tanıdığım ile Skype görüşmesi yaptım, saat 11 gibi de Cuma namazını kılmak için yakındaki ünlü Al Fatah Camii’ne doğru yola çıktım. Yürüyüşüm beş-on dakika arası sürdü. Ezan 11:22’de okundu, hutbenin 12’de bitmesinin ardından imam namazı kıldırdı, ardından alelacele minberin önüne yeni vefat etmiş birisinin naaşı açıkta (tabutsuz) sarılı olarak taşındı ve cenaze namazı kılındı. İki kamerayla Bahreyn televizyonundan canlı yayın yapılıyordu. Bu cami gerek dış görünüşü, avlusu ve gerekse iç mimarisiyle etkileyici bir yapıydı. Bahreyn’de hakim yönetici sınıfın mezhebi olan Sünni inancını takip edenlerin ibadethanesiydi. İçerisi çok kalabalıktı.
Çıkışta tekrar otelime döndüm ve Bahreyn’de gezilebilecek yerler arasından o bir-iki güne sığdırabileceklerimin listesini yaptım. İlk olarak City Center Mall’a gidip öğlen yemeği yemeye karar verdim. Burası Al Seef bölgesine yakın, modern, büyük bir alışveriş merkeziydi. Kalite ve zenginlikte Dubai’dekilerden farksızdı hatta birçoğundan daha iyiydi. Oranın ikinci katında Asha’s adında güzel bir Hint restoranına oturdum. Papadam, karides, tavuk ızgara ve baharatlı mezerlerden oluşan bir menü aldım. Çok lezzetliydi, hizmet kalitesi de harikuladeydi. Ücreti içecek dahil 22 Dinardı (178 TL). Mall’da biraz daha dolaştıktan sonra kahve için Al Seef bölgesinin içindeki Seef Mall’a gittim. Burası daha büyük ama mütevazı ve tenha bir yerdi. Üst kata yeni açılan bir Mado dükkanına rastladım, Türkiye’deki Mado’nun Bahreyn’denki en yeni şubesiydi. Alt katta da sadece künefe ve baklava satan küçük bir şubesi daha vardı. Malum Türkiye’de de tatlıları severim ve yerim; burada da kaçırmıyorum. Açılışa özel promosyon olarak ikram edilen bir dilim fıstıklı baklava ve yanında Türk kahvesi aldım. Çalışanlardan iki kişi Türk’tü onlarla da ayak üstü biraz konuştum.
Seef Mall’dan sonraki durağım Qal’at Al Bahrain (Bahreyn Kalesi) idi. Burası M.Ö. 2500lü yıllarda bölgede hüküm sürmüş olan, ismi Gılgamış Destanı’nda geçen Dilmun uygarlığının ilk temellerini attığı, daha sonra Sümer, Asur, Yunan, Arap, Portekiz ve Osmanlıların göz koyduğu UNESCO Dünya Mirası listesinde bir yapı. Hindistan’a giden Baharat Yolu’nu hakimiyet altına almak isteyen Portekizliler 16. yy. başında burayı ele geçirmişler. Mimar Inofre de Carvalho’nun Cenova stilinde üç köşeye inşaa ettiği burçlar kale surlarında kör nokta bırakmayacak şekilde dizayn edilmiş. Nitekim 1559 – 1561 yıllarında denizden gelen Osmanlı kuşatması da başarısızlıkla sonuçlanmış. Kale stil olarak biraz Kıbrıs’taki Venedik tarzı biraz da Malta’daki Şövalyelerin tarzı savunma mevzilerini andırıyor. Çevresini gezenlere kolaylık olması için dışa çepeçevre bir yürüyüş yolu yapılmış, ayrıca çevredeki kumluk arazide de atlı binit sporu yapan yerli halktan insanlar görülebiliyor. Kalenin bir 100 m. kadar ilerisinde bir müze var, yıllar boyunca yapılan kazı çalışmalarından çıkan günlük yaşama ait eşyalar, takılar, silahlar, lahitler, yazıtlar ve insan kalıntıları sergileniyor. Adanın tarihiyle ilgili de detaylı bilgiler aktaran panolar konulmuş.
Kale ve müzeyi bir saatte gezip tekrar şehre dönmek için taksi bulmak üzere otopart alanına gittim. Bekleyen bir taksi dolu olduğunu ama arkadaşını çağırabileceğini söyledi, telefonla aradı, bir yirmi dakikalık yolda olduğunu belirterek oturmam için içeri davet etti. Şoför konsoldaki mini televizyonu açınca Lübnan Hizbullahı’nın lideri Hasan Nasrallah’ın olduğu bir canlı yayını seyrettiğini farkettim. Şoför Bahreyn yerlilerinin çoğu gibi Şii’ydi. Yarım yamalak anlayabildiğim kadarıyla Lübnan’da Hizbullah’ın desteğini alarak Cumhurbaşkanı seçilen Michel Auon’u övüyordu.
Beni almaya gelen taksi yanaşınca indim, diğer arabaya bindim ve şehrin en işlek noktası olan Manama Souq’a (Çarşı) gittik. Burası aynı zamanda Bab Al Bahrain (Bahreyn Kapısı) olarak bilinen bir yer. Karaköy – Eminönü civarlarındaki hırdavat, elektronik eşya, ıvır-zıvır satan yerleri andırıyor. Dubai’deki Gold Souq (Altın Çarşısı) ve Spice Souq’a (Baharat Çarşısı) benziyor. İçeri girip, çoğu Hint-Pakistan-Bangladeş kökenli yüzlerce insanın aşağı-yukarı yürüdüğü sokaklarda kayboluyorum. Bir ara o kadar gerilere yürüdüğümü anlıyorum ki etraftaki binlerce kişinin arasında garip bakışlardan beyaz, turist görünümlü tek kişinin ben olduğumu farkediyorum. Burası Şii Bahreyn’in kalbinin attığı yer. Her yerde Şiiliği anlatan bayrak, flama, afiş ve yazılar var. Camiden ezan okunuyor, ezanda Hz. Ali’nin de adı geçiyor. 2011’de Arap Ayaklanmaları başladıktan sonra buradaki hava çok değişmiş. İran destekli İslam Devrimi tarzı bir darbeyi bastırmak için Arap-Körfez İşbirliği Teşkilatı’na bağlı silahlı güçler Bahreyn’e konuşlanarak ayaklanmayı önlemişler.
Girdiğim ilk kapıya dönmek için ara izbe, karanlık ve pislik içindeki ara sokaklardan geçerek halkın arasına karışmak zorunda kalıyorum. Burası az ötede yükselen gökdelenlerin yanıbaşında sanki başka bir dünya gibi. Asya kökenli işçilerin çok kötü koşullarda yaşadıkları bekar odaları, virane yerler, apartman aralarının olduğu bir yer. Etrafla fazla ilgilenmeden kestirme yollardan ana caddelere çıkan yerleri takip ederek Bab Al Bahrain’e geri döndüm. Bir taksiye atlayıp Juffair’deki otelime götürmesini istedim. Şoför ısrarla taksimetreyi açmak istemedi ve 4 Dinar fiyatta anlaşmak için bastırdı, ben de birşey olmaz diye düşünüp OK dedim. Türkiye, Irak vs. gibi konulardan söz açıp Arapça-İngilizce karışık sohbet etmeye başladı. İlk önce beni aynı isimli başka bir otele götürdü, kendi otelime varınca %50 daha fazla ücret istedi ve itirazlarım fayda etmedi. 6 Dinar (50 TL) alarak kaçarcasına gitti. Otel görevlilerine ve onlar aracılığıyla polise şikayette bulundum. Normalde ücretin tamamını geri almam gerekiyordu ama şehir merkezine gitmek gerektiği ve işlemler bir günden fazla süreceği için vazgeçtim ve bir daha taksimetresiz binmemeye karar vererek konuyu bağladım.
Akşam hava güzel olduğu için biraz çıkıp dışarıda yürüyüş yapmak için aşağıya indim, yakında bir otelin giriş katında bulunan ve nefis pizza yapan Cucina Italiana adlı bir restorana girdim. Orada bir saat kadar kaldım. Bahreyn’de girdiğim birçok yerde Wi-Fi ağı olması rahatlık sağladı, ayrıca ücret ödeyip roaming paketi satın almak zorunda kalmadım. Çıkışta etrafta yürüdüm, bütün oteller ve eğlence yerleri birbirine yakın olduğu için gezmekte zorlanmadım. Saat 11 gibi önceki akşam gittiğim Wrangler Bar’a gittim, bu sefer giriş tenhaydı, 1-2 kişi haricinde kapıda bekletilen kimse yoktu. İçeride geçen akşamdan tanıdığım birkaç kişiyi gördüm, onlarla biraz konuşup birşeyler içtikten sonra 12 gibi ayrılıp tekrar otele döndüm.
Sabah 7:30’da kalkıp hazırlandım, kahvaltının ardından ziyaret listemde olan iki yere gitmeye karar verdim. İlki Beit Al Qur’an (Kuran Evi) isimli dünyaca ünlü elyazması Kuran-ı Kerim ve hat sanatı eserlerinin olduğu müzeydi. Çok nadide parçalar vardı: 7 yy.’dan kalma el yazmaları, çok ince nakışlı Türk-İran-Suriye-Hint işi Kuran örnekleri, 1543 tarihinde İsviçre-Basel’de yazılan Kuran’ın ilk Latince tercümesinin aslı, 1700-1800’lü yıllardan ilk Fransızca ve İngilizce tercümelerin asılları vs. insanın görünce şaşıp kaldığı, varlığından bile haberi olmadığı, değerine paha biçilemiyecek eserler vardı. İçeride fotoğraf çekmek yasak olduğu için ancak binanın dış cephesinin ve ana holünün resimlerini alabildim.
Çıkışta taksi bulmak için bir 100 m ilerideki ana caddeye yürüyüp beş-on dakika beklemem gerekti. Boş geçen bir taksiyi durdurdum, ikinci durağım olan yakındaki Bahreyn Ulusal Müzesi’ne gitmemizi söyledim. Varınca dönüş için taksi bulmak zor olacağı için şoföre beni park yerinde beklemesini söyledim, o da memnuniyetle kabul etti. Müze oldukça modern bir yerdi. En ilginci ana binanın tabanına boylu boyuna Bahreyn’in çok detaylı uydu fotoğrafının koyulmuş olmasıydı. Vaktim az olduğu için hızlıca müzeyi dolaştım. Çeşitli medeniyetlerden, Bahreyn’deki günlük hayattan, gelenek ve göreneklerin izlerinden örnekler vardı. Temiz, iyi organize edilmiş ve rahat dolaşılabilen iki katlı bir müzeydi. Bahreyn’in petrolün keşfinden önceki ana geçim kaynağı, diğer Körfez ülkelerinde olduğu gibi, inci avcılığı ve ticareti olduğu için bu mesleği anlatan özel bir bölüm yapmışlar. O dönemlerde incilerin olgunlaştığı Haziran-Eylül arası yılın en sıcak (50 C0) olduğu dönemde köpekbalıklarının cirit attığı bu sularda 1-2 dakikada bir su altına dalarak inci istridyeleri çıkarırmış o zamanın insanları. Bu sahneleri anlatan maket, resim ve gemi içini temsil eden sahneler yapmışlar…
Müzeden çıkıp otele döndüğümde saat 12’ye gelmek üzereydi. Resepsiyondan geç çıkış yapmak için izin aldım, odada eşyalarımı topladım ve biraz emaillerime bakarak aşağıya indim. Check-out yapıp lobiye geçtim. Bahreyn’e gelmeden önce Amerika’da Uluslararası İlişkiler master’ı yaptığım Tufts Üniversitesi’ne bağlı The Fletcher School of Law and Diplomacy’den arkadaşım olan Bassam ile yazışmıştık. Kendisi Bahreyn Şura Konseyi üyesi ve nüfuzlu bir devlet görevlisi olarak bir çok alanda çalışmaları olan kaliteli birisi idi. Bahreyn Merkez Bankası Başkanı’yla sabah yaptığı toplantı 12:30 gibi bitince beni almaya otelime geldi. Gayet misafirperverdi. Yakındaki Maki isimli enfes suşileri olan bir Japon restoranına gittik, saat 2’de. Okuldan, işlerden, ortak tanıdıklarımızdan ve eski günlerden konuştuk. Bahreyn’deki Türk Büyükelçisi ile sık sık görüştüğünü, Türkiye-Bahreyn ilişkilerinin çok iyi düzeyde olduğunu söyledi. Yemek tek kelimeyle mükemmeldi. Salata, suşi, et yemeği ikimize fazla bile geldi. Uçağım 17:45’de olduğu için tatlı ve kahveye vakit ayıramadan kalkmak zorunda kaldık. Israrla yemeği hem kendisi ödedi hem de beni havaalanına kadar bıraktı.
Havaalanına vardığımda kalkışa bir buçuk saat vardı, check-in yapıp hızlıca güvenlikten geçtim ve ücretsiz olarak Dilmun Lounge’a girdim. Burası Dubai’deki kadar olmasa da yine de rahat, yiyecek-içecek kısmı iyi ayarlanmış bir yerdi. Uçağıma kadar seyahat notlarımı yazdım, biraz emaillerimi okudum ve mesaj yazdım. Uçağa bindikten sonra bir 50 dakikalık yolculuğun ardından Dubai’ye indik. Bu sefer uçak daha kalabalık idi, hatta ağlayan birkaç bebek de vardı yakınımda. İnişten sonra hızlıca pasaporttan geçtim ve bir taksiye atlayarak saat 20 gibi eve dönerek, bir seyahatimi daha yeni yerler keşfetmiş, yeni şeyler öğrenmiş olarak ilginç anılarla tamamlamış oldum.
Yaz
Katar
Katar’a ilk seyahatim bir Temmuz günü, sıcaklığın 50 Co’ye yaklaştığı bir Ramazan Bayramı sonrasındaki ilk gün oldu. Daha önce Katar’ın başkenti Doha aktarmalı olarak Londra’ya ve Ankara’ya gittiğim için havaalanına aşinaydım. Katar Havayolları ile Dubai’den sabah bindiğim uçak yarım saatlik kısa bir yolculuğun ardından Hamad Havaalanına iniş yaptı. Burası modern, temiz, rahat ve Ortadoğu’nun en iyi havalimanı ödülünü kazanmış bir yer. Yürüyüş bantları geniş, yolu bulmak kolay, heryerde Wi-Fi sorunsuz çalışıyor. Pasaport kontrole gelince o zaman T.C. vatandaşları vize ile giriş yapmak zorunda olduğu için $100 kredi kartımdan ödeyerek vize alabildim ve geçtim. Geliş holünden bavulumu alıp kalacağım W Otel’e gitmek üzere dışarıdaki taksi sırasının en önündeki arabaya bindim. Havaalanından otele taksi ücreti yaklaşık 60 Riyal (53 TL) tuttu. Katar Riyali ile BAE Dirhem’i aşağı-yukarı aynı değerde, ikisi de ABD Dolarına endekslenmiş.
W Otelin, daha doğrusu Doha’daki bütün Starwood Otelleri zincirinin Genel Müdürü’nün Türk olduğunu duymuştum. Kendisini otelde göremedim ama spor salonu müdüresi olan Burcu Hanım’la tanıştım, sohbet ettik, kahve içip tatlı birşeyler yedik. Yaz sezonu, özellikle de bayram ertesi ölü bir dönem olduğu için özel ilgi gösterdiler otelde. Check-in yapıp odama yerleştikten sonra biraz emaillerime baktım, giyinip aşağı indim ve bir taksi isteyerek şehri dolaşmaya çıktım. Doha modern, zengin bir şehir. Katar dünyada fert başına milli gelirin $95,000 ile en yüksek seviyede olduğu ülke. Etrafta Körfez ülkelerinden alışık olduğum üzere yüksek binalar, geniş caddeler, alışveriş merkezleri ve Arap mimarisine özgü binalar, camiler, sokaklar görülüyordu. Buranın Dubai’den en büyük farkı yapılaşma daha plansız, düzensiz bir biçimde olmuş, şehir merkezinde yeşillik, park gibi yerler görmek zor. Boylu boyunca deniz kıyısında olmasına karşın şehirde plaj yok. Heryerde inşaat, moloz, kum tepeleri ve boş binalar görülüyor.
Taksiden beni eski çarşının olduğu semte götürmesini istedim, şoför Dubai’dekilerin çoğu gibi Hintliydi. Burası restoranların, kafelerin yanısıra dar sokaklarda incik-boncuk satan küçük dükkanların olduğu bir yerdi. Havanın sıcak olmasından ötürü etrafta pek insan görünmüyordu. Kapalı çarşının içinde biraz dolaşıp fotoğraf çektim, biryerde oturup birşeyler içtim, ardından yine taksiye atlayıp otele döndüm. Akşamları Doha’daki diğer otellerine de uğrama fırsatım oldu: Sheraton, Radisson Blue, Kempinski rağbet gören, nispeten daha kalabalık yerlerdi.
W Otel’in ikinci katındaki Spice Market ünlü bir suşi restoranı ve hakikaten suşileri müthiş, o güne kadar yediğim en iyileriydi, özellikle crispy crab suşi (kızarmış yengeçli) olanı çok başarılıydı. Otelin içinde bir-iki tane kayda değer bar da vardı, oralara girip biraz oturdum. Ertesi gün öğlen uçağıyla Ankara’ya gideceğim için erken yattım, sabah da 7’de kalkıp hazırlanarak kahvaltıya indim. Giriş katında sağ tarafta açık büfe-muftak tarzı hazırlanmış kahvaltı restoranı da gayet başarılıydı. Check-out’un ardından otelin önünden taksiye binip havaalanına vardım. Bir gecelik yatak + kahvaltı ücreti 790 Riyaldi (705 TL).
Katar’a bir sonraki gidişlerim hep iş vesilesiyle oldu. Yine W Otel’de kaldım ve yine Spice Market’taki suşi’yi kaçırmadım… Bir keresinde Türk Savunma Sanayi fuarına denk geldim ve biraz şehir dışında kalan Convention Center’ı (kongre merkezi) görme fırsatı buldum, bir diğerinde havaalanına T.C. Cumhurbaşkanı’nın ATA uçağını gördüm, Paris İklim Zirvesi’nin hemen ardından Doha’ya gelmişti. Şehrin diğer yerlerinde gördüğüm yerleşkeler de genellikle toz-toprak, moloz ve taş yığınlarının ortasında, çarpık yapılaşmaya işaret eden, dar sokaklarda trafiğin sıkça kilitlendiği yerlerdi. Adresle biryere gitmek zordu, taksiciler de Dubai’dekiler gibi yolu bilmiyor benden tarif etmemi istiyorlardı. Dolayısıyla Katar’dan en çok aklımda kalan şeyler W Otel ve nefis suşileri idi…
Sonbahar
Kuveyt
Kuveyt’e her iki gidişim de sonbahar ayları olan Eylül ve Kasım’da idi. İş seyahatleri dolayısıyla görme fırsatı bulduğum Kuveyt’in başkenti olan Kuwait City, Dubai’den uçakla yaklaşık bir buçuk saatte ulaşılabilen, komşu ülke Irak’ın Basra şehrine yakın bir yer. Kuveyt petrol zengini olmasına rağmen hayat Dubai, Katar ve Bahreyn’deki kadar serbest değil, Suudi Arabistan’daki gibi İslami şeriat kuralları daha sıkı olarak uygulanıyor. Trafik kuralları da öyle: kırmızı ışıkta geçmenin cezası ülkeden sınırdışı edilmek… Alkol kesinlikle yasak, herhangi bir eğlence merkezi görmek de mümkün değil. Hayat ev, iş ve alışveriş merkezleri üçgeninde geçiyor, sakin bir ülke. Havaalanı da Dubai ve Katar’daki gibim modern ve ışıltılı biryer değil, daha küçük ve mütevazi. T.C. vatandaşları kapıda vize alabiliyor ücretsiz olarak. İş yerinden beraber seyahat ettiğim biri Suriye asıllı Amerikalı diğeri İran asıllı İsveçli olan iki arkadaşım vizeye takılıyor ve tam dört saat sorguda bekletiliyorlar, ne de olsa Kuveyt Ortadoğu’daki mezhep savaşlarından ötürü İran ve Suriye’yle arası açık olan bir ülke. Ben erken çıkarak şehir merkezindeki Four Points by Sheraton otele gittim ve check-in yapıp odaya çıktım.
Otel tam şehir merkezinde iş yerlerinin olduğu ve denize de yakın konumda olan bir yerdeydi. Biraz dinlendikten sonra yakındaki alışveriş merkezi Salhiya Mall’ya gidip dolaştım. Yol üstünde Bahreyn’dekine benzer Hintli sokak satıcıları ve köşebaşı atıştırmalık şeyler satan dükkanlar gördüm. Alışveriş merkezi modern, temiz bir yer, çok kalabalık değildi. Üçüncü katında güzel restoranlar vardı, özellikle birinde yapılan kekli, çikolatalı sütlaç nefisti. Yan masada oturan Kuveytli çiftle de biraz sohbet ettim, kibar insanlardı. Yemekten sonra otele dönüp, aşağıdaki Starbucks Coffee’ye bir uğradım, ertesi günkü görüşmelere hazır olmak için de çok geç olmadan da yattım.
Sabah önce spora sonra kahvaltıya indim. Küçük ama iyi bir kahvaltı restoranı vardı. Çıkışta taksiye binip yakındaki JW Marriott Otel’de kalan arkadaşlarımı aldım ve iş toplantısına gittik. Ziyaret ettiğimiz firmaların biri Türkiye ve Ortadoğu’daki Starbucks, P.F. Changs, H&M, Mothercare, Debenhams gibi markaların mümessili olan Al Shaya Grubu’ydu, diğeriyse elektronik perakende firması Al-Yousifi’ydi. Her ikisi tarafından da iyi karşılandık. Kuvet’teki ofisten arkadaşlarımız ve bayilerimiz de misafirperver davrandılar. Akşam Fish Market isimli güzel bir balık restoranına gittik, ücreti de ev sahipleri karşıladı. İkiz kuleler olan Kuveyt Kuleleri buradan netlikle görülebiliyordu.
Kuveyt şehir merkezinde taksi bulmak zor değildi ama yolu tarif etmek gerekiyordu. Bahreyn’de olduğu gibi burada da yerel halktan şoförlük yapanlar vardı, hatta havaalanından beni otele getiren şoför böyle gelenksel kıyafetler için yerli birisiydi. Toplantılara gideceğimiz zaman ya birinin arabasıyla gidiyorduk ya da taksi çağırdıysak aynı taksiciye toplantı bitince telefon ediyor ve gelip bizi almasını söylüyorduk.
Etrafta Katar’dakileri andıran az gelişmiş yerler ve çarpık yapılar da vardı; yine de Körfez ülkelerine has zengin bir şehir merkezi olduğu görülüyordu. Kuveyt’e ikinci gidişimde Salhiya Mall’a bitişik olan JW Marriott’ta kaldım. Burası da Four Points kadar olmasa da güzel bir oteldi. Toplantılarımız çok üzün sürdüğü ve akşam da yapacak kayda değer pek bir şey olmadığı için işten otele dönüp yemek yiyip yatıyordum. Dönüş yolunda şehirden havaalanına gidiş kolay oldu, taksiyle yaklaşık yarım saat süren yolculuğun ardından alana vardık. Check-in kuyruğu uzun olmasına rağmen Emirates Havayolları’nın kartıyla yan taraftaki hızlı geçiş kontuarına girdik, pasaporttan da geçip Emirates Lounge’a gidip oturduk. Uçağın kalkışına kadar orada oturduk, biniş saatiyle uçağa geçerek Dubai’ye doğru yola koyulduk ve bir seyahati daha böylecene tamamlamış olduk.