Yaz
Kalimnos Bodrum-Turgutreis sahilinin karşısında, orta büyüklükte bir Yunan adası. Türkiye sahillerine yakın, güney batıdaki On İki Adalar’ın içinde Rodos ve İstanköy’den sonra en büyük ada. Tekne yolculuğu ile yarım saat sürüyor. Güneydoğu sahiline bakan Pserimos ile kuzeybatıdaki neredeyse bitişik denilebilecek kadar yakın Leros komşu adaları. Türkiye sahiline daha yakın konumda olan irili ufaklı bazı adacıklar da var, Kardak kayalıkları gibi ihtilaflara konu olanları da kapsayan.
Sabah Bodrum merkezdeki Marina Vista otelinden çıkıp taksiyle Turgutreis’e geldim. Mecburen taksiyi kullandım çünkü 9’da kalkacak tekne için 8’de check-in kapısında hazır olmak zorundaydım. Sabah erken saatte açık yoldan 20 dakikada Turgutreis D-Marin Port’a vardım. Biniş kartlarımı gidiş-dönüş olarak birlikte alıp pasaport kontrolden geçtim ve 9’a doğru tekneye bindim. Biraz rötarlı kalkan Türk bayraklı tekne Pserimos’un kuzeyinden geçip Kalimnos limanının sakin sularına girdiğinde saat 10 olmuştu. Adanın güney tarafında yer alan şehre ve etrafa bakarken ilk izlenimim bu adanın çok kurak ve çorak bir yer olduğu idi. Nerdeyse hiç ağaç olmayan çıplak, kayalık tepelerde Akdeniz’e özgü maki bitki örtüsü bile yoktu; o derece bakir bir yer idi.
Limana kıçtan-kara yanaşan teknemizden iskeleye halat verirken miço “kalimera” (günaydın) dedi, karşıdaki görevli de başıyla selam verip aynı cevabı verdi. İndik, karşıdaki gümrük ofisinde sıraya girdik. Sıranın gelip işlemlerin bitmesi bir 10 dakika kadar sürdü, pasaportumu gösterip hızlıca geçtim. Acaba günübirlik ada turu var mıdır diye gelirken aklımdan geçiriyordum ki çıkışta Türkçe bilen genç bir üniversite öğrencisi Yunanlı çocuk karşıladı. Pire’den gelmiş, Türkçe öğrenip burada pratik yapıyormuş yazın. Merhabalaştık, gayet akıcı, hafif aksanlı bir Türkçeyle konuşuyordu. Adada tur yapan firmanın temsilcisi de biraz ilerisinde duruyordu, ona yönlendirdi. Bir yarım, bir de tam tur varmış. 2 saat süren ve adanın batı sahilini kapsayan yarım turu tercih ettim. İskelenin gerisinde bekleyen Tezaris yazılı midibüse bindim, firma yetkilisi bey de şoförmüş aynı zamanda.
6-7 Türk kadınından oluşan bir grup geldi, bir ara “acaba tek erkek ben miyim” diye düşünürken, Yunanlı iki çiftle bir İngiliz Bey gelip bindiler. Yola koyulduk, ilk durağımız ada merkezi olan Potia’yı kuşbakışı gören Hora Manastırı idi. Hora Yunancada “dışarıda” demek, bizim İstanbul’daki Kariye (Chora) Müzesi de zamanında sur dışında kaldığı için bu adı almış bir rivayete göre.
Yol yokuş ve dolambaçlı olduğu için park yerine kadar gelip oradan da yürüyerek manastıra varmamız bir 15-20 dakikayı buldu. Midibüsteki hanımlar kendi aralarında konuşurken bana da bir-iki bir şey sordular. Bodrum’dan gelen yaşı ilerlemiş, bekar ya da eşlerini eve bırakmış ve gezmeye çıkmış kadınlardı. “Bugün hangi adaya gitsek, şu plaj güzel mi” gibi konuları olan, iş-güç derdi pek olmayan, ev kadınlarıydılar. Yolda bir iki defa fotoğraflarını da çektim. Onun dışında bir Kıbrıslı Rum çift ve arkadaşları vardı. Çiftten kadın olanının kızı Rodos’ta yaşıyormuş, onu ziyarete gelmişken Oniki Adalar’ın bu tarafını da ziyaret etmek istemiş. Kadın, Türk turist grubu aşağıya inmekte gecikince “Turkish…” (Türkler işte) diye küçümseyici bir serzenişte bulundu. Malum, ekseriyetle düşmanca bir tavır var Türklere karşı Güney Kıbrıs’ta. Arada şoförle de Yunanca konuşup esprilerine gülüyorlardı. Hora Manastırı’ndan görünen aşağıdaki Potia ve Ege Denizi manzarası müthişti. Yukarıda yarım saat kalmayı planlamışken yavaş inip çıkanlardan ötürü bu süre 45 dakikayı buldu.
İnişte ikinci durağımız olan Panormos’a yol verdik. Kalimnos Havaalanı’nın arkasındaki bu sahil kasabasında fotoğraf çekip kuzeydeki son durağımız Mirties’e geldik. Eskiden Kalimnos’a bitişik olan Telendos Adacığı depremler neticesinde çökmelerle karadan ayrılmış, arada dar bir boğaz kalmış. Sahilden bakında manzarası hoş. Yokuş yukarı biraz çıkınca midibüsümüz bizi Zephyros Oteli’nin yanındaki Babis Bar’ın önünde indirerek kahve molası verdi. Türk bayan gurubu aşağı sahile inerek denize girmek istedi, sonra vazgeçti. Ben çakıl plaja inip ayaklarımı bir denize soktum, yanda da Kıbrıslı Rum çift dizlerine kadar girip çıktı. Etrafta denize giren tek tük birkaç kişi vardı, havuza da keza aynı şekilde. Biraz bakınıp tekrar yukarıdaki kafeteryaya çıkıp oturdum. Sipariş için sıra beklemek istemedim, direkt bara giderek buzlu bir frape ve yanında bir küçük şişe su ısmarladım: Toplam 3 Euro tuttu. Dükkânın sahibi tezgâhta oğluyla beraber servis yapıyordu. Yan masada Türk hanımlar, onların ilerisinde İngiliz Bey ve Kıbrıslılar oturuyordu. Bir ara İngiliz Bey merhaba dedi, Londra’da yaşıyormuş, kız arkadaşı İstanköy’de kalmış o da günübirliğine Kalimnos’a gelmiş.
Kalkış vaktimiz gelince midibüse bindik, 20-25 dakikalık yolun ardından Potia merkeze vardık. Büyük tura katılan diğer konuklar yollarına devam ederken ben indim, zira vakit varken adanın merkezini de dolaşıp denize girmek istiyordum. Gitmeden önce internetten yaptığım araştırmada favori noktaları belirlemiştim, bunlardan biri olan Stukas Taverna’da öğlen yemeği için oturdum. Hava sıcak, ortam sakindi. 1-2 masa dışında etrafta pek kimsecikler yoktu. Menüye göz gezdirdim. Yunan salatası, Saganaki ismi verilen peynir-tava ve ahtapot, yanında da su ısmarladım. Hazırlanması oldukça zaman aldı, önden gelen salatayı bitirene kadar ancak yemek hazır oldu. Toplam Fiyat: 26 Euro. Çok bayılmadım yemeğe, fiyat da Türkiye’ye göre inanılmaz pahalıydı. Bodrum’un en köklü mekanlarından Körfez Restoran’da nefis levrek, yediğim en güzel kalamar tava ve salata iki sodayla birlikte 88 TL’ydi, nerdeyse yarı fiyata. Yemekte yan masaya kalabalık bir Türk misafir grubu oturdu, onların önüne de Yunanlı bir çift ve kızları. Biraz dinlendim, yürüyüşte yorulmuştum.
Kalkınca kordon boyunda biraz yürüyüp Kalimnos Deniz Müzesi’nin olduğu meydana geldim. Öğlene kadar açıkmış meğer, o yüzden müzeyi gezemedim. Yakındaki bir pastane olan Anasis Croissanterie’ye gittim, orada da tatlılar çoktan bitmişti. Yürüyüşüme devam ederken Tezaris tur firmasının iskelenin karşısındaki ofisi önünde durmuşum, gelince farkettim. Taksi bulmaya çalıştım ama hiç boş geçen olmadı. Tabelanın üstünde yazan taksi numarasını arayınca karşıda bir kız açtı telefonu, Vlichadia Plajı’na gitmek istediğimi söyleyince “olur” dedi “size hemen bir taksi gönderiyorum numarası da şu” dedi. Meğer orası merkez ofisleriymiş, kız dükkândan çıkıp yanıma geldi, merhabalaştık. İki dakika içinde de taksi önümdeydi. Bindim, yolda giderken şoförün taksimetreyi açmadığını farkettim, açmasını istedim. O da “yok, 10 Euro’ya anlaşalım” diye ısrar ettiyse de kabul etmedim, taksimetreyi açtırdım. Yunanistan’daki ekonomik krizin bir sebebinin de bolca vergi kaçırma olduğu biliniyor. Bahreyn’e bir gidişimde yaşadığım olay hafızamdayken, şoförün fahiş fiyat istemesinin önüne geçmek için bir daha taksimetresiz gitmek istemedim. Gerçi indiğimizde 12 Euro tuttu fiyat, 2 Euro daha fazla ödemiş oldum, şoför de söylendi “bak işte daha çok tuttu diye” ama içim rahattı.
Vlichadia, Potia’ya 6-7km. mesafede, on dakikalık yolda, şirin bir koy. Plaj çakıl, deniz de öyle, ilerileri yosunlu. Bodrum şehir içinde iki gün önce gittiğim halk plajını andırıyor. Hemen soldaki Paradisio beach-club yeme-içme ve denize girmek için ideal bir nokta. Oldukça kalabalık olan açık hava bar-restoran kısmında birkaç batılı turistin dışında tek yabancı olan bendim, geri kalan herkes Yunanlıydı. Kalabalık aileler, arkadaş grupları oturmuştu sık dizilmiş masalarda. Dar plajın giriş kısmına havlumu serip serinlemek için denize girdim. Serin, rüzgâr alan, hafif çırpıntılı bir denizdi. Biraz açıkta, koyun girişinde lüks bir Türk bayraklı tekne demirlemişti. Koyda yüzüp sağda solda bağlı olan teknelerin yanına gittim. Bir gözümde saatte olarak çıktım ve plajda biraz oturup kurulandım.
Kalktıktan sonra Paradisio’ya girip bahçenin arka tarafına dizilmiş tekli iskemlelerden birine oturdum, masa kenarına. Kalabalıktan garson gelip sipariş alamıyordu, uzaktan el işaretiyle anlaştık, bir buzlu Frape ısmarladım. Ortam klas ve sosyetik bir mekâna benziyordu. Gelen siparişler, içkiler, kılık-kıyafet kalbur-üstü bir yer olduğunu belli ediyordu. Bodrum’daki beach-clublara gitmedim ama gece uğradığım Yalıkavak’taki Zuma ve Fenix’in buralardan tabi ki de çok daha sükseli mekanlar olduğunu söyleyebilirim.
Vlichadia’ya gelirken aradığım taksi durağını tekrar çevirdim, aynı kız çıktı. Bir taksi istedim saat 16:30’a, “tabi, hemen” dedi. Aynen, saatinde taksi kapıdaydı, ücret aynı: 12 Euro. Potia merkeze varınca kordonboyunda biraz tur attım. Marina’ya bağlı Türk teknelerinden birindeki beye merhaba dedim. Saat 17’ye doğru da liman gümrüğünden ve pasaport kontrolden geçip dışardaki bankta kalkış saatine kadar bekledim, biraz internete baktım. Teknenin dolup vira demir yapması akşam 6’ya doğru oldu. Güneşin batışına doğru akşam Ege’de seyir keyfi bir başka oluyor. Yanından geçtiğimiz adacık ve kayalıklara dönüp baktım uzun uzun dürbünle. Rüzgârlı havada sallanan teknede düşmemek için bir elimle sıkıca tutunup diğeriyle etrafı gözledim. Turgutreis’e yanaşınca pasaporttan geçip D-Marin’in çıkışında sağa döndüm. Parkın içine girip meydandaki Turgutreis Anıtı’nın önüne geldim. Bu beldede doğup büyümüş, 1565’te Malta Kuşatması’nda şehit olmuş olan büyük Türk amirali Turgutreis’e bir selam gönderdim Bodrum’a dönmeden önce. Hem ona hem de onun gibi denizlerde, savaşlarda göçüp gitmiş büyüklerimizin anısına…