Yaz
Leros, Ege Denizi’nin güneydoğu bölgesinde Bodrum’a yakın Oniki Adalar grubu içinde nispeten küçük bir ada. Turgutreis’ten yazın haftanın 2-3 günü sabah 10’da kalkan deniz otobüsüyle 1 saat 15 dakikada ulaşılıyor. Bir Pazar günü adaya bayram tatili için gidenler de dahil kalabalık bir grupla D-Marin’den Yunan bayraklı bir tekneyle yola çıktığımızda sabah saat 10:30 idi. 10’da kalkması gereken tekne geç kalan yolcular sebebiyle 10:30’da ancak kalkabildi.
Yanımızda rıhtımda beklerken bir gün önce Kalimnos’ta gördüğüm Türk bayraklı, yelkenli lüks bir tekne yanaştı. Kiralık olarak Bodrum Limanı’na bağlı olan teknede 3-5 kişilik yaşlı bir grubun dışında görevli olan gemici ve diğer tayfa görülüyordu güvertede. Yandan gelen bakışlardan rahatsız olmuş olacaklar ki görüntü alınmasını engellemek için havuzluktaki brandayı indirip yalnız geçişlere açık tek bir kapı bıraktılar. Tekne harikuladeydi.
Bizim teknemizde üst güvertede küpeşteye yakın bir noktaya oturdum. Yol üzerinde hem dürbünle dikkatlice etrafı gözlemek hem de fotoğraf ve video çekmek için bu noktayı seçmiştim. Zira Leros rotası Kalimnos’a göre daha ilginç özellikler barındırıyor. Turgutreis’ten çıkınca Türk karasularında yer alan Çatalada, Topanadası ve Çavuş Adası’nı geçince Ege’de gri bölgede yer alan uluslararası hukuka göre aidiyeti tartışmalı olan Kardak Kayalıkları’nın 30-40 yarda yakınından geçiliyor. 1996’da Türkiye ve Yunanistan’ı savaşın eşiğine getiren bu kayalıklarda herhangi bir kalıcı yaşam belirtisi olmamasına ve iskana müsaade etmemesine rağmen ilintili olduğu karasuları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeler meselesi sebebiyle emsal teşkil edebilecek nitelikte, önemli bir coğrafi nokta. Yunanistan’ın bölgeye en yakın kara parçası olan Kalolimnos adasında sadece bir askeri birlik ve gözlem mevkileri bulunuyor. Buna karşı Türkiye’nin bölgeye en yakın noktası olan Çavuş Adası’nda da bir radar noktasıyla askeri gözetleme noktası kurulmuş. Her an Çavuş Adası civarında, ekseriyetle Türkiye sahili tarafına doğru bir Türk Sahil Güvenlik botu nöbet tutuyor. Yunan tarafında o gün için böyle bir unsur gözüme çarpmadı.
Kardak Kayalıkları ve Kalolimnos’u geçince açık denizde bir 30-40 dakika daha yol alıp Leros Adası’nın kuzey tarafında kalan baş şehri Agia Marina’ya ulaştık. Yalnız gerek tekne kaptanının beceriksizliği gerekse o anda Oniki Adalar arasında sefer yapan Dodecanese Seaways isimli deniz otobüsüne yanaşma önceliği verilmesi sebebiyle limana varıp gümrükten geçmemiz saat 12 sularını buldu. Pasaporttan çıkınca sahil yolunu takip ederek şehrin sahil tarafındaki To Paradosiako isimli pastaneyi buldum. Buranın çok ünlü bir tatlısı var, yoğurtlu kek. Yanına kaymak da koyuyorlar, Türk kahvesiyle birlikte nefis gidiyor. Artık o saate kadar acıkmış olduğum için öğlen yemeğini beklemeden oturup hemen bir tane yedim. Deniz kenarındaki masalar manzarasıyla birlikte sakin ve güzel. Yan masada Türk bir kız ve Yunanlı bir adam oturuyordu, öbür masaya da tesadüfen İstanbul’dan tanıdığım bir arkadaşım geldi ailesiyle birlikte. Türk turist, İstanköy’deki kadar olmasa da çoktu, özellikle bayram tatili için gelenler vardı.
Orda biraz oturup kalktım, sahil yolunun devamında ününü duyduğum Mylos Taverna’yı buldum. Burada ilginç bir şekilde içeri girince kimse buyur etmedi, kasadaki bey bile ağar aksak şöyle bir bakıp sonra ilgilendi. Turiste o kadar alışmışlar ki misafirperverlik biraz hak getire… Neyse, sonra bir-iki kişi gelip ilgilendi, meğer masaların nerdeyse tamamı rezerve edilmiş, ya da öyle lanse ediyorlar millet popüler yer olduğunu düşünüp tavsiye etsin diye. Dışarıda köşede bir masa gösterdiler sonunda, şehre bakan güzel bir yerdi, oturdum.
Restoranın arka tarafında bir Türk grubu oturmuştu gittiğimde, daha sonra başkaları da geldiler ve ortam yavaş yavaş doldu. Oturmadan önce şef garson buzluktaki balıkları tek tek gösterip hangisini istediğimi sormuştu, gerçi balıktan pek anladığım söylenemez ama çipuralardan orta boy birisini seçip masama geçtim. Garsonun getirdiği menüye bir göz attım: Kızarmış ekmek, balık, yanında haşlanmış sebze söyledim. Hem sağlıklı hem hafif yiyeceklerdi. Fonda tavernavari Yunan müziği çalıyordu, güzel yemekler ve manzarayla beraber dinlendirici bir hava bulmuştum. Bitirdikten sonra garson ikram olarak bir salkım mor üzüm getirdi, tatlı niyetine. Hepsi toplam 38 Euro tuttu. Yemeğin sonuna doğru garsonlar daha iyi ve ilgili davrandılar. Kalimnos’takine nazaran bu restorandan daha memnun kaldım diyebilirim. Yalnız Türkiye’ye göre çok pahalı tabi ki. Bodrum merkezde sahil yolunun en popüler mekanlarından Musto’da akşam yemeği kişi başı 83 TL, Sünger Restoran’da 44 TL. Yunanistan’dakinin üçte biri, dörtte biri neredeyse…
Mylos’tan kalkışta denize girmek istedim, hazır daha vaktim de varken. Çıkışta şehrin sahil yolu üzerinde bir halk plajı var, soyunma kabini de koymuşlar. Orada değiştirip denize atladım. Hafif serin ama güzeldi. Dip kumluktu, Kıbrıs’ı andırıyordu. Bir 15-20 dakika yüzüp çıktım. Üstümü değişip yürüyüşüme devam ettim. Limana geldiğimde adayı gezmek için oradaki kulübeden bir taksi isteyecektim ki boş bir taksi yanaştı, vakit de azaldığı için hemen atladım. Şoföre adanın belli başlı yerlerini gezmek istediğimi söyledim, “olur” dedi. İlk önce yukarıya, Agia Marina’yı kuşbakışı gören kaleye ve yeldeğirmenlerinin olduğu tepeye çıktık. Müthiş bir manzara, bütün güneydoğu Ege ayakların altında. Doğuda Türkiye sahilleri rahatlıkla seçilebiliyor, rüzgâr santralleri görülüyor. Şoför yolda hem bana bilgi veriyordu hem de etraftaki yerlerin isimlerini söylüyordu. Geceleri Türkiye’deki rüzgâr güllerinin kırmızı ışıkları seçilebilirmiş anlattığına göre. O çevredeki adalardan bahsederken ben de dürbünümle ufku tarıyordum. Seçebildiğim iki ada Türkiye’de ara sıra gündeme gelen bir konu olmaları itibariyle ilgimi çekmişti. Bunlar Yunanistan’ın aidiyeti tartışmalı olduğu halde el koyduğu Agathonisi (Eşek) ve Farmakonisi (Bulamaç) adalarıydı. Didim sahillerinin karşısında yer alan bu adalara Yunanlılar çıkıp iskana açmışlar, askeri birlikler yerleştirmişler. Şoför “Türkiye’yle aramızda kriz konusu olan Farmakonisi” diye uzaktan gösterdi. Agathonisi’yi sorduğum halde cevap vermedi. Ege’nin masmavi güzelliğinde jeopolitik sorunlar yumağı içinde yaşayan iki ülkeyiz. “Coğrafya Kaderdir” diye boşuna denmemiş…
Tepeden inişte adanın güney tarafına bakan Leros Marina’ya, Lakki ve Temenia’ya gittik. Yol üzerinde Türk turistlerin en çok rağbet ettiği Panteli Koyu’nun tepeden müthiş manzarasını gördüm. Vaktim olsa ilk gideceğim mekân orası olurdu. Nitekim bayram ve haftasonu tatili için de gelmiş birçok Türk bayraklı tekne gördüm. Leros 2. Dünya Savaşı öncesinde uzunca bir süre İtalyan işgalinde kalmış bir ada olduğu için çevrede İtalyan mimarisi tarzında birçok binaya rastlamak mümkün. Devlet daireleri, malikaneler, eski evler bu tarzda. Hatta varlıklı Türklerden birisi eski bir malikaneyi 90 milyon Euro gibi çok uçuk bir fiyata satın alıp renove etmiş, yazlık mekânı olarak kullanıyormuş. Leros Marina’nın olduğu koyun güneye çıkışında dar bir boğaz var, savaş yıllarında burada bir zincir geriliymiş. Koyda bugün bir deniz üssü de mevcut, hatta uzaktan rıhtımda bağlı bir korvet tarzı savaş gemisi de gördüm.
Turu kısa tutup Vasileos Georgiou Cad. üzerinden Agia Marina’ya geri döndük; ücret olarak 36 Euro ödedim. Şoför defalarca teşekkür etti, elimi sıktı. Ekonomik kriz içindeki Yunanistan’ın Leros gibi küçük adalarının en büyük gelir kaynağı turizm pek tabi ki. Türkiye’de Lira’nın değer kaybetmesiyle buraya gelen Türk turist sayısında azalma olunca ada nispeten boşalmış, halk da dört gözle turist bekler olmuş. Şoförün bir küçük oğlu varmış, adada sıkıldığı için Bodrum’a gidip gezmek istermiş. Dolayısıyla Eylül ayında ailesiyle Türkiye’ye tatile gideceğini anlattı şoför. Ne kadar ilginç: Türkler sakin ve gözlerden uzak bir tatil için Yunan adalarını tercih ederken, oranın yerli halkı eğlence ve gezme için Türkiye’yi tercih ediyor. Türkiye ve Yunanistan esasen birbirlerini tamamlayan iki ülke, siyasi-ekonomik sorunlar olmasa bu güzelim coğrafyada yaşanacak cennet gibi yerler. Bugün tabi bu hayalin gerçekleşmesi zor, nitekim bölgedeki güç dengeleri buna müsaade etmiyor. Kıbrıs, Ege, AB-Türkiye ilişkileri ve Ortadoğu’nun çalkantılı ortamı bir zamanlar huzur ve barışın hüküm sürdüğü bu topraklarda yerini gerginliklere ve kamplaşmalara bırakmış durumda. Görünebilir bir gelecekte de maalesef bu durumun değişeceğine dair bir emare bulunmuyor.
Agia Marina sahilde biraz yürüyüp üst tarafa tepelere doğru çıktım yürüyerek. Şehrin meydanı sahilde değil aslen yukarıda bir noktada. Sokakların üzerinde kiliseler, okul ve spor sahası gördüm. Yunanistan’da görmeye alışık olduğum üzere arka taraflar sahile nazaran daha eski ve bakımsız duruyordu. Hava da sıcak olduğu ve sırt çantasıyla dolaştığım için fazla oyalanmadan şehre geri döndüm. 18’de kalkacak teknemiz için saat 17:30’da gümrük kapısına vardım.
Liman binasının yanında oyalanırken birkaç Türk daha geldi oraya. Yunan adalarında gümrük görevlilerinden bir bölümü mutlaka bayan oluyor, onlardan birisi de o gün ordaydı, güzel de bir hanım. Türklerden sanıyorum asker emeklisi bir bey kendisi yolcu olmadığı halde sürekli bu hanıma kenardan birşeyler soruyordu J Kadın da farkında olayın, gülüp şakalaşıyorlardı… Sonra beyin eşi geldi, ama yine de bana mısın demedi konuştu durdu J Pasaportumu gösterip geçtim gümrükten. Teknemiz bilet alıp gelmeyen birkaç yolcuyu beklediği için rötarlı olarak hareket etti. Yol üzerinde yine Kalolimnos ve Kardak Kayalıkları’nın yanından geçtik, Turgutreis D-Marin’e saat 19:30’a doğru vardı. Geri dönüp baktığımda gün batımının güzelliğini seyretmek harikuladeydi. Ege’de günü böyle güzel kapatmak ömüre ömür katıyor işte…